2.bölüm
Treni kaçırmıştım belki, ama bu bana gitmeden önce son kez balık ekmek
yeme fırsatını verdi. Bİr sonraki tren
seferine kadar, nemli soğuğun altında, bir iskemlenin üstünde durgun bir bekleyiş...
Kaderin kanıksanmışlığı, şuanda bana bur da olmam gerektiğini söylüyor. Şu
gökyüzünden hızla inmeye başlayan şeylerin, birer melek olduğunu söylemek
isterdim ama, ne yazık ki bunlar hızla düşen gök yaşları... Balık ekmeğim
ıslandı, umutlarım kurudu, ve bu şehre lanet etmekle, minnet etmek arasında
bocalamaya başladı hüsn-ü kuruntum. Karanlık...
Balıkçının hemen arkasında, yolun karşısında duran, yağmura meydan okuyan
adamın bulunduğu yerde. Bana doğru akmaya başladı.
Karanlık... Adım adım bana doğru ilerliyor,
kayboluyorum.
Karanlık... Hızlanmaya başladı, onu ben mi
çağırdım yine?...
Karanlık... şuan içimde beni
yutdu... Beni küçük bir geçmiş yolcuğunu na çıkardı...
KARANLIK
- Karanlıktan korkuyorum Çiğdem...
-
Senin rengin siyah, sen neden korkuyorsun karanlıktan.? Şuanda senin
rengin deyiz. Doğru değil mi Çiğdem, söyler misin şuna.
-Demek ki
karanlıktan en çok siyah korkuyor. Asıl sen mavi, dans ediyorsun, bu daha
garip.
-Çiğdem
senin rengin nedir?
-Kırmızı.
-Sen
korkuyor musun?
-
Kaybolmaktan korkuyorum... Bulunamamaktan daha çok...
-Karanlık
en çok beni yutuyor, senin ve Çiğdem'in, renkleri görülüyor. İzi kalıyor. Ama
beni yutuyor. Benimle aynı rengi taşıyıp, beni yok ediyor. Ben yutulmak tan
korkuyorum.
-Ya
sen mavi, sen neden korkmuyorsun?
-
Çünkü ışıkları ben söndürdüm...
Bugün ışıkları ben
kapamadım. Üzerime çöreklenen
İstanbul'un karanlığı bu... Bana sitem dolu bir veda ediyor olmalı, yada geri
dönüş yolumu tamamiyle kapatmak istiyordur... Yağmur altında, karanlıkla
dans... Bastığım kaldırım taşları
marmara ya özenmiş olacak ki, küçük küçük denizler haline geldi... Şuan karanlık
suyun üzerindeki bir yansımayım... Rengini uzun yıllar önce kaybetmiş bir
maviyim. Saçlarım yağmurla, yapışmış
alnıma. Yüzüm soluk kırmızı... Gözlerimin maviliğinden eser kalmamış...
Biraz Çiğdem, bİraz siyah arkadaşım olmuşum, bilerek yada istemeden. Ama benden
kırıntı yok suretim de, atlattım sandığım anıların rengin deyim... Siyah deri bir ceket, kırmızı bir boğazlı
üzerimde... Yansımama bakarken ayakkabılarıma ilişti gözüm, kahverengi
botlarımın bağcıkları yüzüyor su birikintilerin de. Yeniden yansımama baktım ve gördüğüm her şey
bir suretten daha çok, bir silüet şeklinde, kayboluyorum yavaş yavaş
siliniyorum...
Büfenin ışığı söndü, balıkçının sesi kısıldı,
sokak lambaları kıstı aydınlığını... Karanlığın midesine düştüm, sessizlik
içinde öğütülüyorum... Tam sınırda dizlerimi kırıp oturdum, ve
vatansızlaştım... Ne ileri ne geri adım atabiliyorum. 'Ahhh!' Derin derin
aldığım nefesle, Sırtımın iki kanadına bıçak gibi bir ağrı saplandı,
kapaklandım yere ' Yar-dım e-din' sesim çıkmıyor, ' S-ı-r-t-ı-m , s-ı-r-tım'
elim duyuyor yardım çağrımı, dokunacakken acıyan noktama parmak uçlarımın
yankısı eldivenlerime yapışıyor... ' A-a-a b-ur-num'. Parmaklarımı suya
bastığımda, burnumdan kanlar damlamaya başlıyor elimin tersine. Kanıyorum,
yanıyorum, acıyorum... ' Offff ' son
çıkan ağzımdan derince verdiğim soluk ve bırakıyorum kendimi...
Garın Kapısından son kez,
kaçtığım İstanbul'a kaçamak bir bakış attım. Yıllarca rengi mavi olan bu şehir
bana artık karanlık... Anılarıma kara kalemle çizdiğim, yanık bir portre
Haydarpaşa, ve O'nu kucaklayan tüm deniz... İki yaka asla birleşmiyor bu
şehirde, kız kulesini kıskanan gemilerin bacaları, boğazın köprücük kemiğine
sinen duman, ve alametini bir türlü
anlayamadığım kalabalık... Bİr hışımla çıktığım kaçış yoluna, nazikçe son
vedamı edip giriyorum içeriye. Gidiş yönünde bulunan herkes benim kadar
kırılmış, benim tek fazlalığım korku... Gelen yönünde ilerleyenler ise en az
benim kadar korkuyorlar, ama onlardan farkım ben kırılmış bir halde bin bir
parçayım.
Gişede pasaport sorsalar
yeridir, çünkü bir yabancı olarak gidiyorum bu milat dan önceye dayanan, bir
özelliği dışında hiç hatırda kalamayan şehre. Renksiz bir şehre...
Zaman bazen, yürümeye başlayan
küçük bir çocuk gibi hızla büyür. Şuan olduğu gibi. Nereye doğru sürüklendiğimi
bilmediğim bir anda, saatler, dakikalar, akrepler, yelkovanlar, sonucu hızla
göstermek ister gibi bana, koşturuyorlar zamanda. Duraktayım, bekliyorum, trene
son, beş, dört, üç, iki, bir dakika... Vagondayım, 9. kompartıman da, 1.
koltukta, oturdum, yorgunum, uyumak istiyorum, hareket etmek bir anda. Bu hızın
hiç kesilmemesini istiyorum.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder