Saatim şuanda yola koyulmazsam, treni
kaçıracağımı söylerken bana, elimdeki bir parça eşyayla koşturmaya başladım.
Denizi yutacakmış gibi bakan Haydarpaşa 'nın kıvrak yolunda hızlanıyorum.
Çarpıyorum arkadan, güzel bir anne olduğunu düşündüğüm kadının koluna, tepki
yok arkama bakmadan hızla devam ediyorum. İnsanlardan olma bariyerlerin daralttığı
bir sokağa giriyorum sanki. Virajı hızla alan bir aracın, bir anda önüne çıkan
trafik levhasına isyanı gibi,gaz pedalına iyice köklüyorum. Alnı geniş göz
rengini seçemediğim 50 li yaşlarda bir adam bana doğru geliyor teğet geçiyorum,
belkide çarptım bilmiyorum. Küçük kız çocuğu son anda yırtıyor iki
tekerleğimin altında kalmaktan... Bu adam kesinlikle sorunlu işaret ediyorum
sol kolumu yarım hilal şeklinde sağdan sola doğru sallıyorum, ama halen inatla
bodoslama çarpma mı bekliyor yolun ortasında.
Çarpışmaya son bilmem kaç saniye. Saatteki hızım trene geç kaldığımı,
ama adama çok yaklaştığımı anlatmaya çalışıyor bana. Tabi ki algılarım sadece
trene geç kalacağımı duyuyor ve tepkisi biraz daha hızlanmak oluyor, manevra
şansımı iyice kaybettiriyor ayaklarımın yanmış çarkları... Oda ne... Bu
delilik...
'Bir kütüphaneye girdin,
aradığın kitap, adımını attığın ana hattın elli metre yanındaki, aşağıdan
beşinci, yukarıdan üçüncü rafta. Parmak uçlarında yükseldiğinde rahatça
uzanabileceğin amacına, ayakların yere mıhlanmış gibi atladın. Arkasına
saklanmış bir dizi kitapçık senin bu sert, destursuz hamlen le isyan çıkardı. Ve
senin o masum emelin le beraber tüm arkadaşları, arkadaşlarının sekiz katlı evi,
peşine takıldı. Kütüphanelerde sessiz olmak, ilk kural bu... Sen sadece hızlı
olmak isterken, büyük bir gürültü çıkarmanın yanı sıra birde koca rafın altında
kaldın'. Hadi ama herkesin buna benzer bir hikayesi ve o hikayede kazazede
olarak başrolü kapmışlığı vardır...
Çarpışmaya son beş saniye kala,
yarı yoldan çıkıp benim hedefim olan adama doğru son hız girdiğine şahit oldum,
ve zincirlemeye koca bedenimi bir halka olarak kattım. Görünen o ki zincirin en
zayıf halkası oydu. İncecik belini, ayaklarımın hızına eşlik eden, kirpiklerime
rağmen görebiliyorum. Buğday bacaklar.
Üzerinde sefa çiçekleri bulunan eflatun bir elbise. Uzun karamel renkli
dalgalı saçlar. Sadece tek saniyede tek karelik bir görüntüyü defalarca
kaydetmişti beynim çoktan. Ve kapamıştı artık gözlerini, kötü karamsar bir
özgürlük sinmişti genzimin damak tadına. Dibime yerleştirilen dinamit
patlamıştı, ve ben yukar dan aşağıya doğru yıkılıyordum önümdeki adamın üzerine.
Saniyelik bir uçma hissi,saliselik bir yere çakılış. Sarsıntı bu sefer alttan
üste doğru, Bedenim zemine kilitleniyor, son olarak, kafa tasım buluşuyor sert
kaldırımla. Gözüm açılıyor o anda. Ama son anda nasıl olur da ben yerdeyken o
yanımda uzanmıyor, meşgul olduğu
görüntüde, final sahnesini algılayamıyor milyarlarca hücrem. Son kez
kafamı kaldırıp baktığımda, kalabalığın arasında onun olduğunu düşündüğüm
eflatun topukluları gördüm...
GÜRKAN GÜRPINAR.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder