OLAY GÜNÜ
Bir
davete gidiyorum. Bunun adına tanışma de, nikah ya da nişan. Biriyle gerçek bir tanışma
faslı yaşamayalı çok uzun zaman oldu... Belkide adına söz demeliyiz. Ben söz
vermişsem tutmam.! Senin anladığın şekilde tutmam. Bilmediğin bir güce o kadar
çok sağdığım ki. Bir misyona itaatkarım, bir itin sahibine olduğu kadar.
Duvarıma gömülen dolabımdan
çıkardığım her kıyafet, milyonlarca yıllık bir define gibi, hayır milyonlarca
yıllık bir yükü sırtlamış , derime
defnedilmiş birer mazi... İşte italyan tasarımı takımım. Bir kahramanın, bir
kötü adamın üniforması gibi. Jilet gibi, kırışmaz , kirlenmez , çünkü o en kirli
adamın kamuflajı gibi... Kravat bağlamayı hayat da beceremem , ama becerdiğim
kadınlar arasında bunu yapabilenler var... Kıyafetler önemlidir benim için, çünkü
onlar birer kişiliktir. Yeni kişiliğimi askıya asıp iki üç adım attıktan
sonra, kafamı kırık aynanın altındaki
musluğa soktum. Nefesimi tutup kafamı kaldırdım. Saçlarım burnuma düşmüştü ve
yansımam da benim kadar sırılsıklam görünüyordu. Gözlerim perçemlerim arasından
bana denizi fısıldıyordu. İçerisinde düzinelerce cesetleri yutan kirli bir
denizi. Uzaklaştım karanlık maviden ve aynanın karşısında ne yapılabilecekse
ona döndüm. Bir fön makinası, wax, ve bir fırça. Sakalıma dokundurduğum küçük
rütuşlar.. Şimdi üzerimde kıyafetlerim, hazırım artık baştan aşağıya, uyum
içerisindeyim. Lacivertlerim, sade ve beyaz ama ince kesim gömleğim, ve kolumda
zamanı geldi diyen ' Black dice ' sim. BU sefer boy aynasın dayım , son bir prova
yapıyorum, yeni kıyafetimin kişiliğine dokunarak, dokularımı yenilerken. 'Merhaba
Ahid Gür adına bir rezervasyonum vardı. Teşekkürler misafirlerim geldimi acaba.
Peki hemen karşımızdaki masa boş mu.?
Onuda ayırır mısınız, bir saat içerisinde bur da olur kendileri. '
Telefonu cebimden çıkardım ve haber verdim. -
Peppermill'e gel, geç kalma.!
Biraz zamana ihtiyaç duyduğumda erkenden damlarım varış
noktama. Masama doğru ilerlerken, etrafı süzmeye, beynimin süzgecinden geçirip,
bu anı bir daha hatırlamayı isteyip, istemeyceğimi düşünmeye başladım. Tavanı
avizelerle kaplı, kırmızı koltukları, siyah deri sandalyeleri, güzel tablolar
ve ambiyansa uymayan bir lcd... Uygun zemin, atış serbest ve tam kadro. O arada
Fatih' i gördüm. Peppermill' in koridorundan içeriye doğru bakıyordu. Bur da ne
aradığını mı arıyordu etrafta, yoksa yerini mi. Garson özür dileyerek yaklaştı
yanına, ve tam karşımdaki masayı gösterdi. Beni gördü o anda, gözlerimle
selamladım ve bir kerede ben gösterdim yerini, tabi ki yine gözlerimle. O geçti
karşıma oturdu. Bir süre yalnızdık ikimizde iki ayrı masada, yalnız zaman
geliyordu yavaş yavaş on bire. Tam o sırada bizim çakma italyanın, fransız
hatunu geldi. Fatih her zamanki gibi beni anlamıştı ve yalnız gelmemişti.
Yanında şık bir fransız cüzdan getirmişti. Saatime tekrar baktım, sonra iki
turistin masasından çekip gözlerimi yeniden koridora çevirdim.O anda koridordan
içeriye giren Ceyda’ yı gördüm. Ceyda Hiçbir zaman güzel bir kız olmadı. Ama bir
şey vardı onda yinede insanları çeken, ben hariç. Şık olmuştu. Koyu mavi bir
kot, spor mu giyinmiş biraz dahamı elegan olsaymış... Ceyda' yı incelerken o
karşıma oturmuş çoktan, olacakları gözümden okumaya çalışıyordu. Gereksiz bir sohbet yapmak istemiyorduk
ikimizde.
' Nasılsın ' , dedi bana, saate
baktım bende, birazdan iyi olacağım der gibi. Sonra tekrar kaldırdım kafamı,'
Sen ' dedim.
·İstediğin kutuyu getirdim. Ne var bunun içerisinde?
·Boşver, kutuyu masanın üzerine
bırakabilirsin.
- Korkuyorum birazdan burada olacakları nasıl kontrol altında
tutmayı düşünüyorsun. Eğer bir planın varsa dinlemek isterim, yoksa buradan bir
an önce gitmeyi düşünüyorum. Ben O ’nu kaybetmek istemiyorum.
Düşündüm saniyenin onda biri kadar. Saç derilerimde
bir kıpırdanma hissedinceye kadar ve toparladım kendimi yeniden. Yüzüme o en
sevimsiz ama ikna edici maskemi takarak yeniden konuşmaya başladım.
- Otur Ceyda
otur. Sabret Dante sadece otur! Şu anda yapacağın tek ters hareket de seni
O ' nunla evlendirir, daha siz gerdeğe girmeden yatak odanıza ben girerim ve o
küçük beynini kızlığını alır gibi büyük bir zevkle alırım. Şimdi git lavaboda
biraz sakinleş, sigara falan iç.!
Ceyda kitledi kendini,
tepkisizleşerek koydu tavrını ve kalktı masadan, insanların arasından gidiyordu. Cesaretini
bir klozet kapağında zulalanmış şekilde bulmayı umut ederek. Ceyda kaybolurken
koridorda O'na odaklanan gözlerimde karşımdaki masaya aldı algılarını. Fatih'
in karşısındaki fransız hiç durmadan konuşuyordu, Ya da ben slow motion modunda
izliyordum, işkence ediyordum kendime. Fatih' se her an kusacak gibi saklıyordu
ağzındaki cümleleri ve yavaş yavaş bırakıyordu ifadelerini. Bense boyutları
kırıyordum, veda etmeye çoktan başlamıştım burada ki tanıdığım ve tanımadığım,
bugüne şahit olmak için şans bulmuş herkese. Zamanı yok edebilmenin heyecanı
içerisinde. Ben onların masasına dalmışken, Fatih kafasını kaldırdı ve koridora
yapıştırdı bakışlarını. Zamanlama harika mıydı yoksa biraz erken mi olmuştu,
bilmiyorum. Ama bizim Cuma koridordan içeri giriyordu. Etrafa bakınıyordu ,
belli ki Ceyda'yı arıyordu gözleri. İşte o an benimle çarpıştı iki küçük
gezegeni. Garsonu itekleyip yanıma doğru koşar adım yaklaştı. Ben kaçırmıştım
gözlerimi ondan, sadece önümdeki bardakla oynuyordum. Ama tok sesi bütün yoğunluğu almıştı
masamdan. - Sen bur da ne arıyorsun? Kafamın içerisinde dans eden cümleleri bir araya toplayıp attım
bilinç altıma. Gözlerine temas etmedim , şüphelenmemesi için. Çünkü cehennem
bilinmezliktir. Sustum cehennemi açığa çıkarmamak için. Zaten artık bir yazar
değil ressamdım, kaderi yazmamış çizmiştim, beni okumayacak seyredecekti. Fatih'
e çevirdim kafamı fransızın kucağına eğilmiş bir şeyler fısıldıyordu. Sesini
duyar gibi oldum belli belirsiz ve aklıma şu cümlesi geldi bir anda. ' Kurduğumuz en büyük kabus cehennem mi.? Ya da
düşlediğimiz en büyük rüya cennet... Afallamıştı salağın avanağı. Elimle
karşımdaki sandalyeyi işaret ettim. Eli titremiyor sanki tempo tutuyordu öd
kesesine eşlik edercesine. Ayak sesleri mahsenin içinde, işte gölgesi ayın üzerinde
olan kadın.! Ceyda görünmüştü yolun başında. Herkes susmuştu., Karşımda güç bela
oturmuş olan adam sinir uçlarına kadar batmıştı. Masada
artık olması gereken herkes vardı. Biliyordum sıfır noktası kaynıyordu.
Perdelenen bu oyunun, final sahnesinin fon müziği yine Fatih'ten geldi. Derin
bir soluğu bıraktı kafasını olacaklara gömerken, işte o an o dünyanın tanıdığım
en iyi müzisyeniydi...
Cahid kimdi? Namı değer
Robin’in Cuma sı? Cahid benim kadim dostumdu. Dört yıl kadar
önce bir adamla tanıştım. Kendini kaybetmiş, sanki her yerde beni arıyordu. Ne
geceleri yatağında O'na eşlik edecek masalları vardı nede uyurken geziceği bir fahişe tanıyordu.
Hiç bilmediği halde belagat etmek isteyen, aşık olmaktan çok aşkı anlamaya
çalışan bir adam. Tanışmamızın ilk senesini ona hiç bilmediği masalları
anlatarak geçirdik. Okadar güzel dinliyordu ki Olduğunu söylüyordu ve olgunlaşıyordu. Sıyrılıyordu
güneşten Ve gecenin karanlığı kadar yutuyordu dünyadaki her duyguyu. Bir yıl
dönümünde ona hediye olarak bir fahişe sunmuştum. Çok şaşırmıştı, her gün
imandan bahsederken ona, ona sunduğum bu dünyanın en güzel haramını
yadırgıyordu.KOnduramıyordu bu yaptığımı, ama ben bir şey yapmıssam bunun boşa
olmadığını düşünüyordu. Aramızdaki bugüne dek sürücek büyük sınav tam olarak
ogün başlamıştı. Daha öncesi bu sınava bir girişti. Sonunda kazanabilmek için,
savaşa dair envanter edinmek ve savaşmayı öğrenmekti. O yılı fahişelerle geçirdi. Ne dinlediyse
hepsini yaşamaya çalıştı. Her masal için bir fahişe seçtim O'na. Ve her
masalı bir fahişeyle yaşamaya başladı.
Tiksiniyordu önceleri o düşler dünyasının şeytan mabedlerin de anlatılmasından,
yaşanmasından. Sonra idrak etti bilinen tüm masalalrın fahişeler tarafından
yazıldığını. Üçüncü senemizin ilk gününde kulağına tek bir cümle fısıldadım '
Aşk-ı liyakiyat'...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder